Sayfalar

20 Aralık 2015 Pazar

Buz hokeyci çocuklar vs CAPTAIN BLACKS

  Ezequiel topu kontrol etti ve cesku' nun önüne bıraktı , cesku topu önüne alıp sürmeye başladı. Topla adeta dans ediyordu, o anda ceskudan top istemek , pas alışverişinde bulunmak futbola ihanetten başka birşey değildi  ama  Heidar ve Ez aradan ince koşulara başlamışlardı bile  o sırada cesku topla birlikte salsa yapmaya devam ediyordu kafasını kaldırdığında ise genç yeteneklerin koşusunu bitirip kendisine hayretler içerisinde baktıklarını farketti ve cesku arkadaşlarını oyundan soğutmamak ve cidden üşütmemek için spectecular bir pas vermek  istedi fakat ayağı yere takılmıştı ayağının takıldığı çim parçasına almanca küfürler ettikten sonra arkadaşlarına - hayretler içerisinde onu izleyen Ez ve Heidar' a - dönüp " kanka ayam takıldı yaa " dedi. Bu cümleye inanmayan gözlerle bakan arkadaşlarına tekrardan dönüp " kanka vallaa ayam takıldı ya " diyerek arkadaşlarının gönlünü tekrardan fethetti. Bu tatlı sözlere inanmayan zenci -outları kendinin kullanmasını isteyen kaleci ibrahimin arkadaşı-  cesku'ya cins gözlerle bakıyordu...

11 Şubat 2015 Çarşamba

Bir Seher Vakti

"Kolay gelsin, bi' beyaz J&J alabilir miyim?"

Sırf, Rod 2 gün boyunca ısrar ettiği için gidiyorum deyip duruyordu kendine. Hoş, canı bira içmek istiyordu ama bu işin randevu gibi olması üstünde küçük bir baskıya sebep oluyordu. Gömleğinin bütün düğmelerini ilikleyerek girdiği barda üst kata çıkarak masasına oturdu. Karşısında Rod ve arkadaşı, yanında ise Rod'un arkadaşının seksi arkadaşı vardı, yani bana göre seksiydi ama Ez pek beğenmedi sanırım, neyse, ve bu durumdan hiç memnun değildi. Rod'un imalı imalı bakışları, yanındaki kızın garip tavırları, Ez'in zaten dolu olan kafasını allak bullak ediyordu.

"4 ellilik alalım biz dostum"

Notları hala açıklanmamıştı ve cinnet geçirecek duruma gelmişti artık. Ya 2 ortalama yapacak ya da okulu uzatacaktı. Umut olmasına rağmen yine de riskliydi durumu Ez'in. Soft paketin üstüne 3-4 kez vurduktan sonra dışarı en çok çıkan sigarayı aldı ve yaktı. Konuşmalara katılıyordu ama içi hala sıkkındı.

Üçüncü biralarının sonlarındayken Jagger de katıldı aralarına. Yorgun gözüküyordu ve aşırı terliydi.

"Ben de 1 ellilik alabilir miyim?"

"Kalkacaktık birazdan neden bira söyledin?" dedi Rod anlamsız bir şekilde Jagger'in suratına bakarak. Yorgundu ve susamıştı. Hiç içmediği kadar da hızlı içeceğini bildiğinden Rod'a herhangi bir cevap vermeden birasına gömüldü.

Masaya yeni birinin katılmasıyla birlikte Ez kısmen rahatlamıştı. Artık Jagger'le de muhabbet edebilirdi. Gündelik sorular sorarak konuşmaya çalışırken, aşağıdan büyük bir patlama sesi duyuldu. Rod, ağzındaki sigarayı en sevdiği kabanına düşürmüştü ama arkadaşının korkudan masaya vurmasıyla birlikte üstüne dökülen bira sayesinde de anında söndü. Kimse ne olduğunu anlayamıyordu ve salak gibi birbirlerine bakıyorlardı. Çığlıkların yükselmesiyle çok geçmeden bir ses daha duyuldu."Hasiktir, resmen silah sesi lan bu!" dedi Rod. Ardından bir ses daha, bir ses daha, bir ses daha... Ta ki son çığlık kesilene kadar.

Üst kat büyük bir sessizliğe gömüldü. Herkes kendi sonunu düşünmekle meşgul gibiydi. Ez ise herkesin aksine Jagger'in 500 metre öteden bile görülebilecek terlerini ve CC gelmesi gereken dersini düşünüyordu.
Merdivenlere atılan yavaş adımlar insanların kafasındaki kaosu iyice arttırmıştı.
Yukarı ilk çıkan adam gayet normal bir vücuda sahipti ve yüzünde domuz maskesi vardı, ikincisi ise diğerine göre biraz daha kalıplı ama o da kavgada alınamayacak biri gibi değildi, onun suratında ise Joffrey Baratheon maskesi vardı. Orospu çocukları, dedi Jagger.
Bu ikisi insanların suratlarında silahları gezdirirken arkadan üç kişi daha geldi ama Ez daha kim olduklarını göremeden Joffrey piçinin maskesini takmış adam silahını ateşledi. Yan masadaki kızı vurmuştu, ardından erkek arkadaşını da öldürdü.
Umarım tecavüze kalkışmazlar, diye düşünüyordu Ez, 'Barda' filmi gelmişti aklına. Ve bir silah sesi daha. Artık zaman akmıyordu ve duyduğu tek ses büyük bir çınlamaydı. Vurulanın Jagger olduğunu görmüştü ama beyni buna inanmasını istemiyor gibiydi. İki gerçekliği birden yaşadığını düşündü bir an Ez. Arkadaşının kafasından çıkan beyin parçalarını ve akan kanı izlerken silahın kendine doğrultulduğunu fark etti. Kafasını yavaş yavaş yukarı kaldırıp domuz maskeli adama bakarak;
"Bi' dakika, bizim isimlerimiz neden yab...."

Bu, onun son cümlesi olacaktı. Fikirlerin her daim yaşayacak baloncu ceketli çocuk. R.I.P Ezequiel

19 Ekim 2014 Pazar

Piyanist Arkadaşım Ozan

Saat 09.17

Bir su aygırı gibi, şarjda olan telefonuna uzanmaya çalıştı Rod. 3.denemesinde bulup yavaşça kendine çekti ama kablo uzanmadığı için yatağın kenarına oturmak zorunda kaldı. En azından telefonu şarjdan çıkarabilirdim, diye düşündü. Mesajlarına cevap verdikten sonra tekrardan kıvrıldı yatağına

Saat 10.03

Yine bir su aygırı gibi, şarjda olan telefonuna uzanmaya çalıştı ama bu sefer elini attığı gibi aldı telefonu yanına. Şarjı çıkarmanın haklı gururunu yaşıyordu kendi içinde. Bir öncekinden kalan tek tük mesaja geçiştirmelik cevaplar yazarken bir yandan da hüzünlü bir şekilde yastığına bakıyordu. Elindekini uygun bir yere bıraktıktan sonra sert bir şekilde koydu kafasını yastığına. 

Saat 12.33

Rod, tekrardan telefona baktı ama bu sefer bir tane bile mesaj gelmemişti. Birkaç tweet attıktan sonra elini, telefonla beraber yastığın altına koyarak daldı uykuya.

Saat 12.59

Yastığının titremesiyle küfrede küfrede uyandı Rod. Arayan Ez'di. 
- Efendim?
- Ben Ez.
- Aa, bu aralar çok ilginç şeyler söylüyorsun. Noldu, neden aradın?
- Hiç öylesine napıyorsun diye aradım. Bisikletten yeni geldim duşa gireceğim.
- İyi, 2 ekmek al gel hemen kahvaltı ederiz. Çay hazır.
- Yok oğlum, param yok yaa. Tamam, yarım saate gelirim.
Şerefsizin boku, dedi Rod, yarrak gelirsin yarım saate.

Tam telefonu yere koyacaktı ki, osurdu, ve düşündü; bizim isimlerimiz neden yabancı?, dedi içinden ve cevabı beklemeden daldı uykuya. Bu onun son uykusu olacaktı.

Seni hiç unutmayacağız düz adam. Her zaman kalbimizdesin. R.I.P Rodriguez Amanuensis

10 Ekim 2014 Cuma

Ez-Agger-Rod

Serin bir perşembe öğleden sonrasıydı, yağmur sesine uyandı. Boynu tutulmuş ve sağ kolu uyuşmuştu. Kalktı yüzünü yıkadı, ev sessizdi. Bilecik'ten gelen akrabalar gitmiş miydi? Keyiflendi.

Saat: 12.26,
Bildirimler: 2 cevapsız arama, 17 messages from 3 conversations.

"Bu telefon neden yarı Ingiliz yarı Türk?" diye geçirdi aklından 2 saniye sonra önemini yitirecek bir soruydu. Ev boş. Daha da keyifleniyordu.
Mutfağa girdi, menemen yaptı, üzerine de kekik serpiştirdi -her zamanki gibi-. Gün çok keyifli başlamıştı, yağmur da yağmasa daha keyifli olabilirdi.
Televizyonu açtı, izleyecek hiç bir şey yoktu. O an aklına iki gün öncesi geldi. Barda izlediği sevgili kavgası ve Rod'un tokatları. O tokatları neden yediğini merak etmiyordu, Rod, yapardı. Asıl kafasına takılan şey Agger'in bu tokatlara sessiz kalmasıydı. Yıllardır birbirine en ufak şeyde bile arka çıkmışlar her zaman en büyük desteği birbirlerinden bulmuşlardı. Agger'e bunu sormalıydı.
Telefonu eline aldı: "Görüşme talebiniz işleme alınmıştır."
"Aranılan abone kapattı."
Pilli Bebek-Olsun çalmaya başladı birden, arayan Agger'di ve sesi pek iyi gelmiyordu.

Devam etmek için tıkl...


19 Eylül 2014 Cuma

Dağlar Var

"Bu kadar katıksız salak olmak zorunda mısın?"  dedi kız ve kalktı masadan. İlk başta göt gibi kalan çocuğu, ardından da masadan dökülen bira damlalarını izledi Ez. Şu sıralar içinde bulunduğu sorunlu ruh hali, ister istemez etrafındaki olayları yorumlamasını güçleştiriyordu. Yarım saattir dinlediği sevgili kavgasının hiçbir yere varmayacağını bildiği halde çocuktan bir özür bekledi. Belki, dedi, çocuk kızı üzmemek için özür diler. Başından beri kıza alaylı bir şekilde yaklaşan oğlan neden böyle bir şey yapsın ki? Tam konu hakkında daha derin düşüncelere dalacakken Rod'un tokatı suratında beliriverdi. "Neden böyle bir şey yaptın?" diye çıkıştı Ez. Rod cevap veriyordu ama Ez yine dinlemedi. Bir tokat daha yedi. "Ne var amına koyayım, ne?" diye bağırdı bütün masaların ilgisini toplayarak. "Sorunlu musun oğlum, bir derdin mi var? Varsa anlat, adam gibi dinleyelim." dedi Rod sakin ve ciddi bir ses tonuyla. "Yok derdim falan. Eve gidiyorum ben, ararlar birazdan." diye cevap verdi hafif sinirli bir şekilde ve hızlıca kalktı masadan. Agger ve Rod birbirlerine şaşkın şaşkın baka kaldılar. Hesabının para üstünü beklerken, bardağının dibindeki biranın masadan dökülüşünü izledi. Keşke içseydim, diye geçirdi içinden.

Sigarasını yaktı ve yavaşça ilerlemeye başladı otobüs durağına doğru. Sarhoş olmamasına rağmen, sarhoş gibi yürüyordu.10(on) dakika sonra gelen otobüse bindi ve Kent Kart'ını basıp koltuğuna oturduğu anda Arap Şükrü açtı telefonundan. Yanında kulaklığı olmadığı için eve gidene kadar bütün otobüse Arap Şükrü dinletti. Tam 19(ondokuz) dakika sonra evin kapısından içeri girdi ve salona hiç bakmadan direk odasına geçti. Şarkı hala çalmaya devam ediyordu ki şarjı bitmesin diye kapadı müziği. Üstündekileri çıkarıp boxerla yatağa girmenin hayalleri dönüyordu kafasında. Tam üstüne pikeyi örtecekken ışığı açık unuttuğunu fark etti. 3(üç) saniye içinde kalkıp kapayıp tekrardan yattı yatağına. Uzun bir süre tavana kitlendi. Önemli şeyler düşündüğünü zannediyordu ama aslında bir bok düşünmüyordu Ez. Sadece boş boş tavana bakıyordu. Ve birden şu soruyu sordu kendine, bizim isimlerimiz neden yabancı?. Cevabı beklemeden yüzükoyun bir şekilde uykuya daldı.

Ve bu onun son uykusu olacaktı...

Seni hiç unutmayacağız küçük insan, her daim kalbimizdesin. R.I.P Ezequiel Effervescence

20 Mayıs 2014 Salı

Başımmm Belada!

Başımmm belada, adamın biri vurulmuş sokakta cebinde adresim bulunmuş. Başımm belada tabancamı unutmuşum helada, nerden baksan tutarsızlık, nerden baksan tutarsızlık, nerden baksan ahmakça!

Bugün 20 Mayıs,2014

Yasal mermisiyle bir komiser yaklaşmakta 
ve tabancamı unutmuşum helada. 
Nedir bu çaresizlik? Ahmaklık, çürüklük ve çaresizlik. Çember daralmakta. Son yıl, son ay, son gün adeta. Hızlı yaşamak gerekiyor. Ama ne kadar hızlı? Beş birayı bir saatte içmek mi gerekiyor? O kadar mı hızlı olmak gerekiyor? Ya yaşayıp da anlayamamak varsa ucunda? Peki bu dengeleri tutturamamak varsa? Gerçekten mantıklı saydığımız siyasal akımların bile mantıksızlaştığı günlerdeyiz. Gerçekten gönül verdiğimiz müziğin bile bizi ittiği günler hatta gerçekten içinde kahroldumuz ve eridiğimiz şiirlerin bile anlam ifade etmediği zamanlar bunlar.

İlk defa evde Ahmet Kaya dinleyecektim; 
babam dedi ki:
"Kapat şu şerefsizi."

Kapattım. İyi ki. Gerçekten.
Çünkü o zaman dinlesem anlamayacaktım bir şey. 
Neydim ki ben, kimdim ki ben anlayacaktım bu sözleri, bu isyanı, bu umarsızlığı. Ne yaşamıştım ki ben o adamın anlattıklarına nail olabilecek kadar. 
Neydim ki ben?
Orhan Gencebay dinlemiştim de ne olmuştu? Nitekim yıllar sonra hissedebildim acıları, anlayabildim-görebildim gerçekleri. Şu an bile gerçekliğini sorguluyorum aslında. Benim için ne kadar gerçek? Eyvallah onlar söyledi, onlar anlattı. Ama biz ne kadar anladık? 
Sorun bence buydu ve bu olmaya devam edecek. Ciddi anlamda bu sorunun kaynağı ilk olarak "yaş" olsa da anlayabilecek yaşa geldikten sonra da anlamamak var işin ucunda. 
Çünkü bu mesele en derinlere yolculuk ediyor. EMPATİ denilen şeyi tekrar sorgulatıyor ve sorguluyor kendince. Hala soruyorum, "ben kimim ki?" diye. 
Doğru ya, Utku kim ki? Zor soru bu zaten, ama en azından müzik amacına ulaştı. Önce sorunlarını dinletti sana, sonra bir nebze de olsa anlamanı sağladı ve yapması gerektiği şeyi yaptı. Sorgulattı. Önce kendini, sonra her şeyi.

Favori listem:

http://www.youtube.com/watch?v=315bXad7CtI Mahur, Attila İlhan şiirinden
http://www.youtube.com/watch?v=k18qloSRtgA Kum Gibi
http://www.youtube.com/watch?v=4FiSmoVYi80 Başım Belada
http://www.youtube.com/watch?v=LuCqi-JLo1Q Nereden Bileceksiniz
http://www.youtube.com/watch?v=2-KTvT7KZPY Penceresiz Kaldım Anne

Tüm başı belada olanlara, saygılar ve sevgilerimle
 uçy 


21 Şubat 2014 Cuma

Baykuşlar ötüşürken Follow'laşalım ?!


   
    önsöz,
   BAYKUŞtaki diktatörlüğe bak abi dişisinede aynı ismi kullandığımız hayvan. Ama her canlı gibi bakma sen isminde bay geçtiğine bütün dümen yine dişisinin elinde. Yakın izlenimler sonucu bunu rahatlıkla söyleyebiliyorum. Hayatın özetini çıkar abi işte vermişiz kemerin kayışını ellerine nereye çekerse oraya gidiyoruz. Çifte standartın en uç noktası. Hayatın acımasız gerçeği. Zamanın yaşlandıramadığı zalimlik.

   Neyse hikayemize geçelim.

   Zamanın birinde bir sitenin iki uç evlerinin bacalarına yuva yapmış iki baykuş yaşarmış. Sabah güneş doğar uyur güneş batar hayata başlarlarmış. Karşıdan karşıdan birbirlerini izleselerde nihayetinde iş yemeğe, yemek bulmaya geldiğinde düşmanlarmış birbirlerine. Aynı bölgede uçar buldukları ufak tefek besinlerle beslenirlermiş. Teknoloji çağı olduğu için dünya genelindende haberleri varmış tabi. Komşular birbirlerini facebook, twitter, 4sq, instagram gibi sosyal ağlardan takip eder karşılıklı atışmalarla fotograflar check-in ler yaparlarmış. Yani en azından başrol BAYkuşumuz öyle sanarmış. O kadar özgüveni yüksekmişki kendine derdini kime söylese (komşu dişi baykuş ile ilgili) aldığı tepkilere, verilen sözleri hiç alttan almaz nasıl olsa istesem herşeyi lehime çeviririm dermiş. Zaman onu aslında o kadar yakınlaştırmış ki ona ama o kendinden asla taviz vermeyerek aynı uzaklığı devam ettirmiş. Dişi baykuşun hissettiklerini her ne kadar bilmesede yinede içinde her zaman bir umut onu ayakta tutarmış. Hayat akıp giderken tanıştıklarından sen de 5 ben diyeyim 6 sene sonra bizim BAYkuş sosyal medyalarda dişi kuş tarafından takip edilmediğini farketmiş. ( #zalımsınsosyalmedya ) Ne yapacağını bilmeden hassasiyetini gizleyerek yaşamını sürdürmeye devam etmiş. Istanbul manzaralı bacasından bakarak haykırmış İstanbul'a olan sitemini İstanbul'un hiç suçu olmamasına rağmen 'amk Istanbul bekle sen geliyor yeni fenomen'

   Istanbul manzarasına karşı yakılan sigaranın ruh sağlığına iyi geldiğini biliyor muydunuz? İçinde yaşanmışlıkları kadar yaşanmamışlıklarınıda, yaşayamadığın kişileride barındıran şehir nede olsa yak bi sigara hayatı dumana kat acıma.


                                                                                                                signature [ BBBBB . ÇÇÇÇÇ ]

                                                                  


14 Şubat 2014 Cuma

Kabuklu Fıstık

Olağan bir geceydi Eralp için. Gündem yaylı orkestrasını dinleyip tuborg gold içiyordu. Bitmesine 38 saniye varken kapadı videoyu. Alkış dinlemeyi sevmiyordu. Birasından bir yudum aldıktan sonra Chesterfield'ından bir dal sigara yaktı. Masayı hafif kenara ittirip uzattı ayaklarını. Yaklaşık 3 dakika boyunca bira-sigara ikilisiyle oyalandı. Pijamasından fırlayan çıplak ayaklarını izliyordu. Vakit geçiyordu ki sebepsiz bir şekilde aniden doğruldu, sigarasını küllük olarak kullandığı metal çay tabağına koydu. "Neden?" diye sordu kendine. "Ben de sosyalleşebilirim" dedi hafif ekşimiş bir surat ifadesiyle. Sigarasını söndürdükten sonra birasını da dikip alel acele hazırlanarak çıktı evden.

Parası azdı ve saat 22.47 idi. Mekanda içemeyeceğine göre yine İbrahim'den bira almak zorundaydı. Gece 10'dan sonra bira satan tek yerdi, evin yakınlarında - fazla para alıyordu ama satıyordu en azından.
"Üç tuborg gold, şişe olsun.".
Tam yokuş aşağı inecekken duraksadı. "Bir sürü insan görmek varken niye ara sokaklardan gideyim ki?" dedi sokağın sonundaki camiye bakarak. Ve belki de ilk defa yalan söyledi kendine. Niye insan görmek isteyeydi ki? Dişi görmek istiyordu o. Bacak.

Barbaros'tan aşağı inerken, neredeyse, bir kere bile soluna bakmadı.Ya sağ taraftaki kafelere dikiyordu gözünü ya da önünden gelip geçenlere bakıyordu. Meydanın oraya indiğinde hala ne yapacağına dair bir fikri yoktu. Biraz daha beklerse biralar ısınmaya başlayacak ve ana avrat sövecekti. Hızlı adımlarla kartal heykeline doğru yürüdü. En azından açık hava diye avuttu kendini. Küçük heykele bakan tarafa doğru oturdu ve açtı ilk birasını. Solunda oturan adamı farketmemişti. Büyük bir öksürük tufanının arkasından, hasiktir gibisinden bir tepki verdi. Korkmuştu.

Canı sıkılıyor gibiydi. Baktı adam da sessiz sakin bir tip, başladı kendi hikayesini anlatmaya. Hayatından geçen kızları anlattı. Liseyi anlattı. Arkadaşlarını anlattı. Okulunu anlattı. Ömeri anlattı. Star Wars'u anlattı. Anlattıkça anlattı. Tam elini poşete atmıştı ki birasının olmadığını farketti. "Hasiktir ya" dedi yukarılara bakarak. Adam sessizliğini bozmadan uzattı Cumartesi şarabını Eralp'e.
"Peki sen ne yaparsın dayı?" dedi, o sinsi esnaf bakışını atarak.
Ama adamdan bir cevap alamadı.
"Ben o kadar anlattım be dayı, bu sefer de sen anlat biz dinleyelim seni" dedi.
Adam elini uzattı, uzun bir yudum aldıktan sonra tekrar verdi şarabı Eralp'e.
"Dayı duymuyor musun beni?" diyecekti ki adam cümlenin bitmesini beklemeden kalktı gitti.
"Amına koduğumun çocuğu." dedi Eralp, kandıralı aksanıyla. Daha sonra elindeki şaraba baktı ve gülümsedi.
Bu sefer ara yollardan gitmeye karar vermişti eve.

9 Şubat 2014 Pazar

Zamansız uçan kelebek ile umarsızca yaşayan ve seven TIRTIL..

   Yıllar önce gününü gün eden her çiçekten bi yaprak yiyen zamanın nasıl geçtiğini bilmeyen ve öylesine yaşayan bir tırtıl varmış.. Zamana inat herşeye herkese inat toprağı yağmuru YAPRAKları seven bir tırtılmış bu. Gün geçtikçe birşeyler öğrenmesi gerekirken zamansız yaşar bugünüde kurtardık ohh be diye dolaşırmış bu gencecik tırtıl. Kelebeğin onu topraktan ayıracağı hiç aklına gelmezmiş. kARIlarla arası o kadar iyiymiş ki kovanlar sanki onunmuş gibi hep sürünürmüş o kovan senin bu kovan benim diyerekten.
   Kelebekse zamanını bekler kozasından dışarı adımını atacağı günü beklermiş. Tırtılı yok edip topraktan ayıracağı günü iple çekermiş. Kelebek bu ne kadar narin ne kadar güzel olursa olsun içindeki tırtıl nefreti onu yer bitirirmiş. O güzel gözleri o güzel kanatlarını açıp uçacağı o özlediği bulutlara ulaşacağı günü beklermiş.
   Tırtıl o kadar mesut o kadar rahat yaşarken onun o hapis hayatına dönüşen koza günü gelip çattığında bile o hangi çiçekten yaprak koparsam derdindeyken hain felek çalmış kapısını tutmuş bağlamış bunu. İlk o zaman tanışmış dış görünüşü harika olan o zalim kelebekle. İlk görüşte aşık olsa da bilmezmiş onun sonu olacağını. Hapis hayatı beklerken o daha önce hiç görmediği hiç tatmadığı bu duygularla sanki Kawachi Fuji bahçesindeymiş gibi hissediyormuş. Gökkuşağını andıran çiçeklerle bezenmiş  bir yer gibi görünsede yavaş yavaş onu kemirdiğinin farkına varamamış henüz. Oysa o temiz kalpli tırtıl günden güne hırpalanıyormuş kendisini.
   Zamanı geldiğinde o günün herkes bayram yapıyormuş herkese tatilmiş dünya. Arafta kalmış bir kelebek ararken onu öylece karşıdan izlemek bile yeterken zamansız uçmuş gitmiş kelebek özlediği o bulutlara arkasından bakan bir çift göz olduğunu anlamamış bile.. Geçen zamanı hiç hesaplamamasına rağmen onun çekip gittiği anı hiç unutmayacakmış. Çünkü o uçup giderken arkasında bıraktığı manzara hiç unutulacak cinsten değilmiş güneş hafiften kendini gösterirken o güzelliği sadece  hüzünlü gözlerle kelebeğin arkasından gidişini izleyerek geçirmiş. Bilmezmiş ki o onun ve onu gördüğü son şey olacağını.
   Kelebek uçarken hayatını yaşarken gezip tozarken tırtıl onu olduğu yerden izlemişşş izlemişşş izlemiş.. Kimler gelmiş geçmiş kozasından ama o kimseyi istemiyormuş hayatında artık kelebeği o gördüğü ilk günkü hislerle onun geri gelmesini bekliyormuş. Aslında boş bir umuda kapıldığını ise anlamayacak kadar kör olmuş çoktan.
   Kelebekse sanki ölümsüz gibi dakikalarını harcarken aslında o bırakıp gittiği tırtılın ömrünü hayatını mahvettiği yetmiyormuş gibi kendi sonuna da çok yakınmış aslında. Ama o bundan habersiz gezmeye devam etmekteymiş. Aslında aradığı onu çok seven onu çok mutlu edecek biriymiş. Hayatın kanatsızda yaşanacağını bilmeksizin o bırakıp gittiği tırtılın hissettiklerini bilmeksizin uçmaya hayata tutunmaya çalışıyormuş.  Her gün olduğu gibi güneş batmış ve sabahın ilk ışıklarına kadar kelebek ateş böcekleriyle çok eğlenmiş. Tam her şey güzel hayatın aslında kozanın dışında olduğuna inanmaya başlamışken. Güneşin doğuşunun güzelliğini yaşayacakken oda bizim kalbi kırık tırtılımız gibi güneşin manzarasını yaşayamadan kanatlarını ve o güzelliğini arkada bırakıp gitmiş..

   Ağır yaşanmışlık içeren bu yazımda ibret alınacak şeyler kadar ders çıkarılacak bir çok şeyde bulabilirsiniz. Hayatın seni nereye sürüklediği değil senin hayatı ne kadar sürüklediğinin önemini belirtip sosyal mesajımı ve sosyal medyaya yazımı sunuyorum.. 
                                                                                                                   
                                                                                                                   signature [ BBBBB . ÇÇÇÇÇ ]





8 Şubat 2014 Cumartesi

Burak Çelik transferi hakkında.

Blogumuz 24 Ocak itibariyle yeni transferini KAP'a bildirmiş olup gerekli tüm düzenlemeler sonrasında yepyeni Blogger'ımız Burak Çelik'in ZücCcaciye'ye transfer olduğunu bildirmekten gurur duyarız. Kocaeli Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi 2. sınıf öğrencisi Burak Çelik Blogumuz sihhathane.blogspot.com'a 2 dal Chesterfield ve 1 küçük çay ödemiştir. Ezeli rakiplerin böyle hususi durumlarda tek çatı altında birleşerek gösterdiği duyarlılığı tüm ülkemize armağan edip sonsuz teşekkürlerimizi iletiyoruz.


24 Ocak 2014 Cuma

BOŞgeldin BURAK





   Öncelikle transferim hakkında bilgi vermeyeceğim bunu belirteyim arkadaşlar ne olursa olsun biz krofesyonel yazarlar olarak işimizin gereği olan şeyleri yapmak zorundayız zamanla gerekli açıklamaları ve bilgileri sevgili Rober Hatemo Faruk yapıcak zaten. Zamane şartları ve sınav yaptırımları nedeniyle davet edilişimin tam 11nci gününde sizlerleyim artık bir ‘ZÜC’ olarak her önemsiz detayı sizlerle paylaşacağıma gülüp geçerim; bu konuda sizi temin eder sevgi ve selamlarımı posta ederim.







19 Ocak 2014 Pazar

Faruk'tan Mektuplar 1




  Sevgili arkadaşlarım , büyüklerim ve değerli zücccaciye okurları...

          Evet bugün 19 ocak ve bitmek üzere , sonra 20 ,  o da bitmek üzere. Sizlere bugün tüm içtenliğimle seslenmek istiyorum.Sonuç olarak bu bir mektup ve ben mektup yazma kurallarını çok iyi şeyapamıyorum.
          Bizler aslında iyi , çalışkan ve terbiyeliydik  herşey o 6. sınıfta yaptığımız "Manchester" sunumuyla başladı.
          Yavaş yavaş mektubum anı türüne dönüşüyorken şöyle devam edeyim.

        O günlerde Çağlar ile aynı sınıftaydık Çağların o zamanlardaki yüzünün dörtte 3 ü  kaştı ve bu sunumu birlikte hazırlamamız gerekiyordu.  Manchester konusu sadece bize ait de değildi.Yan sınıftaki havalı ve şaşı çılgın zenci çocuk Kerem Yücelov da aynı konuyu işleyecekti.O günlerde merak ettiğim şeylerden biri de bir insan nasıl zenci olabilip azerbaycan soyadı alabiliyordu sonradan öğrendik ki 6 da 1 oranında kosavalıymış.
 Neyse konuyu çarpıtmadan devam etmek istiyorum.Çağlarla oturup konuştuk nasıl yapalım neler edelim.İlk başlarda ortak bir fikre varamasak da o zamanlar çok değer verdiğim mektup arkadaşım KAZDAĞLI Burak bize slaytlardan oluşan bir sunum hazırlamamız tavsiyesinde bulundu biz de en mantıklısının bu olacağına karar biçtik.O günün akşamında bilgisayarlarımıza power point indirerek sunum konumuzu "Orta çağda Manchester klise müziği" ve "Katalan milliyetçilğinin Manchester üzerindeki etkileri" olarak iki ana alt başlıkta topladık.Ertesi gün erkenden buluşarak hazırladığımız verileri birleştirdik ve eksiklerimizi halk kütüphanesinde farklı kaynakların yardımıyla kapattık
 
     Kütüphaneden okula doğru yürürken tam tamına hazırdık kendimize güvenimiz muhteşemdi adeta sunumu 13 farklı dilde yapabilecek kadar havadaydı popolarımız.
       Kerem Yücelov !! tam bir sürtük- çok cooldu- babası Homer Yücelov okul aile birliği başkanıydı.
    Hiç bir zaman onun kadar kalkmadı popolarımız...

       Sunumu yapmak için Sosyal Çelişkiler sınıfına vardığımızda öğretmenimiz Hakim Müstekbal sınıfta bizi bekliyordu.O anda buz gibi oldum.. sanki soğuk bir nehirdeymişçesine.. paçalarımın ıslandığını hissedebiliyordum. Sınıfta projeksiyon makinesi yoktu!! öğretmenimiz tepegöz hazırlıyordu...Oysaki biz teknolojik çocuklardık hani mazide bırakmıştık asetat kağıtlarını.Hocaya durumu açıkladığımızda Almanca küfürler ederek yabıshtırdı 00 ları not defterine..... Üzüldük.

     Okul aile birliğimize mafya karışmıştı topladıkları paralarla NASA ya uyuşturucu ve bitkisel çaylar satıyorlardı.O gün soğuduk okuldan derslerden sunumlardan hayata küstük.
    Kerem Yücelov gibi mafya çocuklarının kazandığı bu toplumda yer edinemedik. Dışlandık... İtelendik...





12 Ocak 2014 Pazar

F.A.Y.K.I // Bölüm - 1

Soğuk bir kış gecesiydi. Alışverişini yapmış olan Ömer, buz tutmuş yolda kaymamak için paytak paytak yürüyordu - Güdük bir genç için Bayındırlığın yokuşlu yollarında zor olsa gerek.
Arkadaşları arasında sevilen sayılan birisiydi bu sakalsız seks makinesi. Her ortama girip çıkmayı seven küçük bir tilki gibiydi. Ha, unutmadan, arkadaşları onu "Fayki" diye çağırırlardı. Küçük, arsız, saldırgan Fayki...
Kapının önüne geldiğinde telefonu çaldı. Hasiktir, abime söz vermiştim maça gideriz diye. Melodiyi sonuna kadar dinledikten sonra susan telefonu cebine koyarak kapının yanındaki çitlerden atladı. Tehlike geçmişçesine, paytak yürüyüşüne devam ederken, aniden durakladı. Şimdi önünde iki seçenek vardı. Ya yukarıdan aniden gelen kocaman taş kafasına çarpacaktı, ya da hızlıca kaçacaktı. AAHHH!!. Ama o ikisini de seçti. 
Bir eliyle kanayan kafasını, öbür eliyle de bira şişelerini tutarak, kuduz bir eşek gibi koşturuyordu bayır aşağı. Bu asalaklar beni nasıl buldular amına koyayım. Şu durumdan bir an önce kurtulup, diğerlerine de haber vermem gerekiyor. Diye düşünürken ayağı kaydı ve düştü. Estetik bir düşüştü aslında bu. Ayakları yerden kesildiği anda hafif bir şekilde oturdu kıçının üzerine. Hah, bir sen eksiktin. Elinden kayan poşeti almak için doğrulurken tekrar düştü. Şimdi kafasındaki iki yarıkla beraber yerde baygın bir şekilde yatıyordu.
Gözlerini açtığı anda sert bir tokat yedi yanında oturan şahıstan. "Ne vuruyosun amına koduğum?" dedi bağırarak Eralp'e. "Sana ne lan yarrak? Hayatını kurtardım, bir tokat hakkım da olsun yani." diye karşılık verdi Eralp, tipik bir Kandıralı edasıyla. "Orada olduğumu nereden biliyordunuz?" dedi Fayki. "Abin söyledi." diyerek çıktı mutfaktan Rıdvan. Hafif tombul, sarı saçlı ve zengin bir genç adamdı Rıdvan. Yalan söylemekte üstüne yoktu. "Ve sen de arabayla gelip aldın beni? Öyle mi?" diye karşılık verdi sakalsız çılgın. "Aynen öyle kardeşim." dedi Rıdvan. İlginç. "Ben gidiyorum şimdi. Seyit ile buluşacağım" dedi Rıdvan. Piç. 
"Kalk bir elini yüzünü yıka leş herif" dedi Kandıralı, koltuğun öbür ucuna oturmuş Knight Online oynarken. Tam kafasını kaldıracaktı ki bütün apartmanı inletecek bir çığlık kopardı. "Noluyor lan hayvan herif?" dedi Kandıralı, ağzındaki beyaz çakmağı çıkartarak. "Lan insan bir bandaj koyar kafama. Bütün kafam yastıkta kaldı lan şerefsizler. Baksana, resmen deri lan bu!!" diye çıkıştı fayki umursamadan oyununu oynayan Eralp'e. Tam tuvalete gidecekken telefonu çaldı. 4-5 saniye bekledikten sonra kaydırdı parmağını ekranda. 
"Evet. Hı hı. Yok ya kafam acıyor. Yok yok. Anlatırım. Tamam. Tamam bekliyoruz."
"Noldu, kim o?" dedi Eralp oyunu durdurup. "Utku. Beş dakika sonra geliyormuş. Önemli şeyler anlatacağım size dedi."

7 Ocak 2014 Salı

Bilgilendirme

3 senedir Gunhkambra dolaylarında yaptığım araştırmalar henüz bitmişti ve ülkeme dönüyordum. İdris abi ve Şamil abi ile 3-5-8 oynuyorduk yol sıkıntısından. 3 el oynadık, üçünü de İdris abi kazandı.
Her neyse, öyle böyle yolun yarısını çıkardık oyunlarla ama zaman geçmek bilmiyordu. Dedik bari çalışmaları gözden geçirelim. Çıkardık kağıtları başladık incelemeye. İyi ki de yapmışız bunu çünkü Türk insanındaki büyük bir eksikliği görmemi sağladı Şamil abi.  Mayalarda "Hundra zum Mmram" denen bir olay vardır. Türkçesi "Cehalet açlığı"dır. Mayalar üstünlüklerini sadece savaşlarda değil, aynı zamanda edebiyat ve felsefe alanlarında da ispatlamışlardır. Ünlü Maya düşünürü Lleeyk dilin düzgün kullanılmasını vatandaşlık görevi olarak sayardı.
Şimdi gel gelelim bizim olayımıza. Mayaca inanılmaz zor ve kompleks bir dildir. Küçük bir harf hatası bütün anlamı tersine çevirebilir. Örneğin;
Pum zum Cym
Cümlesi Türkçe'de "Vatan aşkı" anlamına karşılık gelir. Şimdi klavyede yazarken bir hata yaptık diyelim ve tek harfi değiştirelim.
Pum zum Ctm
Bu cümle ise "Vatan hainliği" anlamını taşır. 

Mayaca'da "Sıralı Dizi Bileşenleri" denilen bir yapı vardır. Yani, cümle kurulurken anlam, cümlenin başında ve sonunda sağlanır. Ortasında ise, kurduğunuz cümlenin anlamını destekleyecek yapılar vardır. Örnek verirsek;
Buma yu Ser
Türkçe'de " Seni seviyorum" anlamına gelir - Buma: sevmek, Ser: seni. "Yu" ise kaba tabiriyle "meme" anlamına gelir. Tabi ki başka kelimelerle de desteklenebilir ama Maya dilinde oturmuş kalıp cümlelerden birisidir bu. 
Ve bu yapının en güzel noktası ise; cümlenin kısımları her zaman kelime kelime ayrılmayabilir. Bir kelime cümlenin ortası ile sonunu içinde barındırabilir. Örneğin yukarıda yazdığım "Hundra zum Mmram" cümlesi.
"Mram" kelimesi tek başına da açlık anlamı taşır. Bunun dışında "Mmam" kelimesi de "boş kase" anlamına gelir. Yani bu iki kelime birleştirilerek yapıya uygun bir cümle oluşturulur.

Böylesine zor bir dilin bir kısmını size elimizden geldiğince anlattık, anlatma gereği gördük. Bu yapının eksikliği toplumda çok karşılaşılan bir durum. Bu yüzden yakında İdris Naim abi ile bunun hakkında bir kitap çıkarmayı düşünüyoruz. Allah işinizi rast getirsin.